OSMANLI TANZİMATCILARI


OSMANLI TANZİMATCILARI              

      

            Tazimatın önde gelen üç devlet adamından biri olan Fuad Paşa, hamisi Mustafa Reşid Paşa ve Ali Paşa ile birlikte, Cebel-i Lübnan ve Şam’daki 1860 iç savaşından sonra Suriye’de valilik yapmıştı. Halep vilayetinde 1864 vilayetler kanunu’nun yürürlüğe konması ile görev tarihçi, hukukçu ve reformcu olan Cevdet Paşa’ya verilmişti.

 

1869’ da, ayni amaçla Midhad Paşa Irak’a yollandı. Serasker ve Bahriye Nazırı Namık Paşa, sadrazam Kıbrıslı Mehmed Emin Paşa, sadrazam Mehmed Kamil Paşa, ve Halidi sülalesinin dostu olan Hariciye Nazırı Mehmed Reşid Paşa, Tanzimat döneminde Suriye vilayetlerinde valilik yapmışlardı.   

  

Tazimatın ilk dönemlerinde, yönetici seçkinler arasındaki güç dengesi, bir gurup reformcu üst düzey bürokrattan yana kaymış, bu bürokratlar genişleyen bürokrasiye kadro sağlamak için eldeki kaynakları kullanmıştı.

       

Başkent çok uzun süredir çeşitli etnik ve dini kökenden insanların bir arada yaşadıkları ve Osmanlı imparatorluk kültürüne asimile oldukları bir merkezdi. İmparatorluğun diğer bölgeleriyle karşılaştırıldığında daha ileri bir eğitim düzeyinde olan başkent nüfusu, Batının siyası, ekonomik ve kültürel etkilerine açık olduğu için, Batılılaşma yanlısı genişleyen bir bürokrasiye insan kaynağı sağlayabilmişti.

    

Tanzimatçıların pek çoğu İstanbul doğumluydu ve aileleri başka yerlerden gelmiş olsa da çoğu önde gelen devlet görevlilerinin oğullarıydı. İleri gelen devlet adamları kariyerlerine II. Mahmut’un kurdurduğu Bab-ı Âli Tercüme Odası’nda başlamışlardı; burada, dil eğitimi ve hükümet hizmetlerindeki temel eğitimi alıyorlardı.

    

Tanzimat liderleri, bölgesel özellikleri tesviye ederek yeni atanan valilerin aşırı güç sahibi olmalarını ve vilayetlerde kökleşip yerleşmelerini önlemeyi tasarlamışlardı.

    

Terfi olanaklarının gitgide azalmasına karşın, belli bir temel eğitim almış herhangi bir Osmanlı’nın Devlet hizmetine girmesi ve yükselmesi teorik olarak mümkündü. Çünkü makamlarda gayrimüslimler vardı. Sosyal konum, himaye sağlayabilecek kişilere kolayca erişebilmeyi mümkün kılıyordu, ancak sosyal merdivenin alt basamaklarında olanlarında yükselme şansı vardı.

      

Araplar Osmanlı tarihi boyunca üst düzey devlet görevlerinde göze batacak kadar az bulunmuşlardı; Tanzimat dönemindeki atama süreci de, daha önceden beri var olan bu eğilimi devam ettirdi.

       

Danişment’e göre 215 Osmanlı sadrazamından hiç biri Arap kökenli değildi, ancak 78 Türk ve 31 Arnavut sadrazama karşılık üçünün Arap kökenli olma ihtimali vardı.

 

Demek oluyor ki geriye kalan 103 sadrazam Gayrimüslim devşirmelerden oluşmuştur. Osmanlı’nın sadık tabaları!    

       

Kaptan-ı Deryalar arasında Arap yoktur, Başdefderdarlar arasında bir reisülküttablar (hariciye nazırına verilen bir ad) arasında ise dört Arap vardır. (divan katiplerinin başı olup Tanzimat’tan önce  Müslüman Araplar, İmparatorluğun adli yönetiminde geleneksel bir yere sahip olsalar da, bu dini hiyerarşinin daha üst kademelerinde yine İstanbul’da yetiştirilmiş ve yüksek idari mevkilerle bağlı insanlar görev yapmaktaydı.

    

Yusuf Ziya el-Halidi, Halil Ganem ve Nafi el-Cabiri, meclisteki en faal ve sözünü en sakınmaz mebuslardı. Halep’ten Sadi ve Manuk , Bağdat’tan Abdürrezzak, Suriye’den ise Nükula Nakkaş, Nevfal ve Abdurrahim Bedran’dı.

   

Tanzimatçılar ile Tanzimat öncesi yönetici seçkinler arasındaki ayırım, sosyal kökenden çok eğitim ve yetiştirilme farklılıklarından kaynaklanıyor, ama bu özellikler Tanzimatçıları halktan gitgide daha çok uzaklaştırıyordu.

 

George Antonius bu muhalif guruplardan birini “Arap milliyetçi hareketinin ilk örgütlü çabası diye tanımlayınca pek çok araştırmacı Suriye’deki muhalefetle yakından ilgilendi. Suriye’de sözde ya da açıkça ayrılıkçı amaç güden en az iki gizli örgüt bulunmaktaydı.

     

Bunlardan ilki, Faris Nimir’in başını çektiği cemiyetti ve 1875–1883 arasında faaliyet gösterdi. Hem Hıristiyanları hem de Müslümanları hükümet karşıtı ve Türk karşıtı bir  program çerçevesinde toparlamayı hedefleyen genç Hıristiyanlardan oluşan bu cemiyet edebi kültürel Arap kimliği üzerinde duruyor, Antonius’un sözleriyle “gerçekten ulusal temele dayanan bağımsız siyasi bir devlet kavramı” nı biçimlendirmeye çalışıyordu.

    

İkincisi ise, ulama, toprak sahibi ve tüccar olarak sivrilmiş aileleri (bazılarının Osmanlı devletiyle yakın bağları vardı) temsil eden 1878 başlarında kurulmuş bir Müslüman eşraf örgütüydü.

      

            Araştırmacıdan: Mithat Paşa’nın Attığı Maya Tutmuştur

 

Mithat Paşa’nın Suriye’ye vali olarak sürgüne gönderilmesi, bu örgütlenme dönemiyle çakışmaktadır ve onun yıkıcı kışkırtmalara karışmış olduğu iddiası, Suriye’deki huzursuzluğun araştırılmasını daha da ilginç hale getirmiştir.

  

Mithat Paşa Vali olduğu Suriye de bulunduğu müddetçe, Suriye’deki şeyhlerle istişare ederek, Mısır valisi Kavalalı Memet Ali Paşa’nın yaptığı isyan gibi Osmanlıya karşı isyan hazırlamış, Padişah Abdülaziz’i tahtan indirip Abdülhamit’i nasıl Makama getirmişse Abdülhamit’i tahtından indirmek için, Osmanlı aleyhine bu gizli faaliyetleri yürütmüştür.

 

Mithat Paşa’nın  gizli çalışmalarını isyan hareketlerini öğrenen Abdülhamit yakalanarak İstanbul’a getirilmesini emredince Vapur İzmir’e geldiğinde beni Gayrimüslim devletlere teslim edin diyecek kadar küçülen bu zat, yenilikçi diye Caddelere ve okullara ismini verdiğimiz Mithat Paşa Suriye’deki bu günü hazırlayanlardan birisidir .

 

O günlerde Türk ve Osmanlı karşıtı muhalif olarak yetiştirdiği insanların torunları atalarından öğrendiği düşmanlığı günümüzde tatbik etmektedirler. Mithat Paşanın attığı maya tutmuştur.

 

 

Araştırmacı: Fahrettin SARAÇ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder