İZMİR’E NEDEN GAVUR İZMİR DENDİ


İZMİR’E NEDEN GAVUR İZMİR DENDİ

            
             1859’da, Hıristiyanlığı yaymak, Doğu ve Batı kiliselerini birleştirmek amacıyla etkinlik gösteren Fransız Katolik Kilisesi’ne ve Vatikan’a bağlı Assomption tarikatı’na (Congre-gation  des Augustins de l’Assomption) şimdiki Fenerbahçe burnunda kilise yapmaları için   Abdülmecid’in toprak vermesi, anlamlı bir olaydı.

 

Osmanlı devletinin varlığını ve toprak bütünlüğünü Avrupa devletlerinin güvencesi altında korumak amacıyla Avrupa devletler konseyi’ne katılmak için Tanzimat Fermanını yayımlamış. Kırım savaşı’na girmiş, Islahat Fermanı yayımlamış. Saint George Hıristiyan Tarikat’ına üye yazılmış. Hıristiyanlığı koruyacağına ilişkin ant içmiş. Garter Haçlı şövalyesi bile olmuşken, Avrupa Devletleri “Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruruz, ancak bizim uyruğumuzdaki kişilere Osmanlı ülkesinde Osmanlı yasalarına bağlı olmaksızın toprak satılması koşuluyla” diyerek, verdikleri toprak bütünlüğünü koruma güvencesini geçersiz kılacak ve kendi uyruklarına Osmanlı ülkesinde devlet içinde devlet oluşturacak bir istemi dayatıyorlardı.

 

 “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi” kitabında Orhan kurmuş, daha yabancılara toprak satışı için gerekli devletlerarası düzenlemeler yapılmadan önce, Ege bölgesinin neredeyse İngiliz sömürgesine dönüştüğünü belgelendirmişti. Buna göre İngilizler İzmir’in Frenk mahallesinde, Bornova’da, Buca’da kendi özel okullarını kurmuş, futbol sahası, bisiklet pisti, vs. yaptırmış; kraliçe Viktorya’nın doğum günü İzmir’de neredeyse resmi tatile her yana İngiliz bayrakları asılarak törenlerle kutlanıyordu. Yerli Rum ve Ermeni’lerle ticari ağ kuran İngilizler Ege’ye yerleşmiş, örneğin Whitall’ler tarım, sanayi ve madencilikteki egemenliklerini İzmir’den Mersin’e dek yaymışlardı. Öyle ki Sir James Whitall ,“İlk adım demiryolları yapmak olmalı. Bu Demiryolları İngilizler tarafından yapılacak, İngilizler tarafından işletilecek, İngilizlerin malı olacak. Çok karlı olacaklar ve şimdiye kadar tarıma açılmamış bölgeleri çok verimli yapacaklar. Demiryolu şirketleri küçük muhtar Cumhuriyet’ler şeklinde gelişecek” diyordu.

 

1860’ta bütçesi 250 milyon frank açık veren Osmanlı borç almak üzere İngiltere’ye başvurmuş ve İngiliz konsolosu, Büyükelçi Sir Henry Bulwer’e gönderdiği raporda: “bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte… Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar… Gülhane Hattı Şerifi’nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı. Askerden dönen Türkler köylerini, kentlerini tanımayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türk’lerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, anında Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkler topraklarını yabancılara satıyorlar.” Diyordu.

     

İngiliz konsolosu, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir İngiliz yarı-sömürgesi olmaktan öte, tam sömürge olmaya doğru gidişini 1860 tarihli bu raporunda açık seçik anlatmıştır.

    

Abdülmecit bu olaydan bir yıl sonra 1861’de, Osmanlı Devleti’nin varlığını ve toprak bütünlüğünü Avrupa devletletlerinin güvencesi altında korumak amacıyla Osmanlı devletini Avrupa Devletler Konseyi’ne sokmayı başarmıştı. Fakat bunun sonucu olarak Osmanlı devletini Avrupa’nın Yan-sömürgesi haline getirmiş, kendisi de bu uğurda Hıristiyan Tarikatına yazılıp Haçlı Şövalyesi olmuş bir Halife –Padişah olarak öldü.  

 

Yerine geçen Abdülaziz de Abdülmecit’in yolundan yürüyerek, Osmanlı’nın devlet politikası değişmeyecekti. Abdülaziz döneminde de topraklar satılmaya devam etti.

 

Düşünce şuydu: Uzak doğu, Ortadoğu ve Akdeniz bölgesine egemen olan İngiliz ve Fransızlar, Rusya’nın bu bölgelere yayılmasını istemiyorlar. Öyleyse İngiliz ve Fransızların Rusya’nın buralara yayılmasını önlemek için Osmanlı devletini ayakta tutup güçlendirmeleri gerekir. Bu durumda Osmanlı ancak İngilizlerin Fransızların her istediklerini yerine getiren bir devlet olursa parçalanmayacak ve ayakta kalacaktır. Yaşamasını sürdürmek için gereksindiği her şeyi İngilizlerden Fransızlardan isteyecektir. Abdülaziz’in Abdülmecit’ten devraldığı bu devlet politikası, yabancılardan borç almak ve bunun karşılığında yabancılara toprak satışında bulunmak noktasında düğümleniyordu.

    

Abdülaziz’in çıkarttığı 10 haziran 1867, “7 Safer Kanunu”  “Tebaayı Ecnebiyenin Emlâke Mutasarrıf olmaları Hakkındaki Kanun” Osmanlı ülkesinde toprak satın alma hakkı bu kez Avrupa devletlerinin istediği çerçevede tanınmıştı (Yani, her hangi bir ihtilaf olursa  Avrupa kanunlarına göre halledilecekti.)

    

Orhan Kurmuş’un belgelediği üzere İngiliz uyruklulardan 1857–1892 arası A.D. Clarke Kuşadası’nda 72.000 dönüm. Gmeredith, Aydında 12.000.dönüm. J.H.Hutchinson Tire’de 1.556 dönüm. W.G.Maltass 122.592 dönüm. Fwitall Tire’de 18.868 dönüm. G.Minardo 8.800 dönüm. R.Wilkin 130.228 dönüm. A.S.Perkins Bornova’da 16.360 dönüm.  D.Baltazzi 247.000 dönüm. (toprak alanların isimleri miktarları devam ediyor)

 

Buca, Aziziye, Nazillide, İzmirde, Bergamada, Torbalı’da, İngilizlerin salt Batı Anadolu’da satın aldığı topraklar 3 milyon dönüme yaklaşıyordu. Bu sayılara diğer yabancılar katılınca, yabancıların aldığı topraklar  5-6 milyon dönüme ulaşıyordu. MÜSLÜMANLAR İZMİR’E bu yüzden   “Gavur İzmir” demeye başlamışlardı.

 

Günümüz Türkiye’sinde Avrupa birliğine girmek uğruna yabancılara toprak satıldığını gördükçe, 140 yıl önce Osmanlı’nın Avrupa devletler Konseyine girmek uğruna düştüğü tuzağa, 140 yıl sonra Cumhuriyet Türkiyesi’nin de düşürüldüğünü söylemeden geçemiyoruz.

  

Abdülaziz “7 Safer Kanunu” nu çıkarır çıkarmaz Yahudiler Filistin’de toprak satın almaya başlamış İsrail Devleti’nin temelleri, Sultan Abdülaziz döneminde çıkartılan bu yasayla atılmıştı. Tıpkı günümüzde İsrailliler GAP yöresinde toprak satın aldıkları gibi. Abdülaziz yabancılara toprak satın alma yasasını çıkarttıktan sonra 21 Haziran 1867’ de Avrupa gezisine başladı. Her gittiği yerde alkış ve övgülerle ağırlanıyordu.

Osmanlı kasası tamtakırdı. Devlet memurlarının, askerlerin, Subayların aylıklarını bile veremez olmuştu. Yeni borç arayışıyla Avrupa’da kapı kapı dolaşan Abdülaziz’e, çıkardığı toprak satış yasası onuruna, İngiltere Kraliçesi Viktorya, bir diz bağı nişanı takarak onu Hıristiyanlığa hizmet eden Garter Şövalyesi ilan ediyordu.

  

Abdülmecid’ten sonra-eb Bir Halife’ye daha-eb, Hıristiyanlığı korumakla yükümlü bir şövalyelik sınıfının üyeliği veriliyordu. Windsor kalesi’nin St. George Kilisesinde baş rahibin huzurunda gerçekleşmesi gereken bu tören belki de bu hassas sebepten dolayı kraliçe ile teftişe gittiği amiral gemisi Victoria And Albert yatının güvertesinde gerçekleşti.  

 

Lonra Belediyesi de bu ziyaretin anısına iki sene gecikmeyle de olsa bir hatıra madalyonu bastırmıştı. Ön yüzünde sultan Abdülaziz’in profilden portresinin işlendiği madalyonun arka yüzünde de zarif bir dostluk mizanseni resmedilmişti.

           

              Avrupa basını’nı yakından izleyen gayrimüslim Osmanlı uyrukları Padişah Abdülaziz’in de tıpkı Abdülmecit gibi Paris’te Fransızlardan Legion d’Honeur nişanı alıp, İngiltere’de Saint George Hıristiyan tarikatına mürit yazıldığını ve Garter Haçlı Şövalyesi yapıldığını çabucak öğrendiler. Dönüşünde onu coşku ve sevinçle karşılamışlar, her gayrimüslim cemaat İslam Halifesi iken Haçlı Şövalyeliğine geçen bu Osmanlı Sultanı’na mühürlü imzalı şükran ve bağlılık yazılarını sunmuştu.  

     

MÜSLÜMAN TÜRK OSMANLI HALKI İSE HALİFE PADİŞAHIN BU HIRISTİYAN TARİKATINA GİRDİĞİNDEN DE, HAÇLI GARTER ŞOVELYESİ OLDUĞUNDAN DA HABERLERİ YOKTU.

 

Batı basını, Osmanlı borçlarını ödeyebilmek için yabancılara toprak satın alma hakkı tanıyan Sulatan Abdülaziz’i kadınlarla eğlenip nargile fokurdatırken kapana kıstırılmış olarak gösteriyordu. Gerçekten kapana kısılmıştı Osmanlı.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder