İNGİLİZ YANLISI MÜSLÜMAN HİZİP İLE FRANSIZ YANLISI HIRISTİYAN HİZİP


İNGİLİZ YANLISI MÜSLÜMAN HİZİP İLE FRANSIZ YANLISI HIRISTİYAN HİZİP

 

Hidiv İzzet Paşa, Şerif Hüseyin, Şeyh Sanusi ve İbn Reşid gibi Arap liderleri arasından İstanbul’daki hükümeti devirmek ve bir Arap halifeliği kurmak üzere anlaşmaya varılmıştı. Daha kuzeyde Araplarla Kürtler arasında hükümet karşıtı bir ittifakla Kürt hareketi ekleme çabalarıydı.

 

Bazı Arap liderleri, Arap Halifeliği kavramını mümkün olabilecek tek Arap siyasi düzenlemesi olarak yeniden ortaya attılar. Ancak bu fikir, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki dini bölünmeyi derinleştirdi.

 

İngiliz ve Fransız’lar bu davayı paylaşmış hangisi emeline ulaşırsa netice ortak sonuç elde edeceklerdi. 

 

İngiliz yanlısı Müslüman hizip ile Fransız yanlısı Hıristiyan hizip arasında dini çizgide oldukça açık bir bölünme zaten varken, Arap halifeliği fikri çoğunluğu Müslüman olan Suriye’de İngiltere’nin konumunu güçlendiriyordu.

     

Araplar, Kürtler, Arnavutlar, Ermeniler ve Rumlar, adem-i merkeziyetçiliği savunurken dar görüşlü duyarlılıkla ağırlık vererek bu Arapçı propagandaya yeni bir ivme kazandırdı.

 

Şam, Halep ve Kudüslü ileri gelenler, yüksek devlet makamlarına getirilmiş, Musul ve Bağdat’taki birçok Iraklı da Osmanlı ordusuna katılmış, bazen de yüksek rütbelere yükselmişlerdi. Bu kentlerdeki seçkinler için geleneksel olarak devlet hizmetinin önü açıktı.

       

Osmanlı otoritesinin hicaz’da tesis edilmesi, Mekke Emiri olan ve Peygamber’in ailesi Haşimileri temsil eden şerifin 1516-17’de I.Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’ı fethinden sonra

Padişaha bağlılığını bildirmesiyle başlamıştır. Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında kutsal Mekke ve Medine kentleri Mısır valilerinin yetki alanı içindeydi, ancak fiili yöneticiler Haşimi şerifleriydi.

    

Tanzimat’ta vilayetlerin yeniden düzenlenmesinin ardından Hicaz İstanbul’dan gönderilen vali tarafından yönetilen bir vilayet olarak tanımlanmıştı. Vilayetin yönetimi konusunda vali ile emir arasında bir gerginlik olması kaçınılmazdı, merkezi yönetimin otoritesi bıçak sırtındaydı. İki Haşimi Ailesi, Avn ve Zeyd’in rekabeti, Hicaz’daki siyasi çatışmayı iyice karmaşıklaştırmıştı

  

Hicaz Demiryolunun Şam-Medine hattının 1 Eylül 1908’de tamamlanıp resmen hizmete açılması, Hicaz’daki karışıklığı artırmıştı. Demiryolu Hicaz eşrafını iki açıdan rahatsız ediyordu.

 

İletişimin artması sayesinde hükümet yerel güçler üzerinde daha fazla denetim gücüne sahip oluyordu. Kervan ticareti ve Hac trafiğine dayanan ticari çıkarları da tehdit ediyordu. Dahası, Demiryolunun Medine’ye kadar uzaması, hattın ticari önemini daha da çok olan bölgelerden geçerek Mekke ve Cidde’ye de gelebileceğini gösteriyordu. Kabileler silahlanarak buna karşı çıktılar.

       

Bazı hicaz kentlerinde, günün devrimci havasına uygun olarak, yerleşik düzeni lanetleyen aleni gösteriler yapılmıştı.

 

Mekke’de hem hükümetin hem de Şerifin hapsettiği mahkûmlar serbest bırakıldı. Bir sembolik meydan okuma hareketi olarak, Şerif Ali bir köle, bir bedevi ve bir neferle yasalar karşısında eşit olduğunu alenen ilan etmek zorunda bırakılmıştı. Bağıran kalabalıklar valiyi taciz etmişlerdi. (Dönemin İngiliz konsolosuna göre gösteriler İttihat ve Teakki üyeleri tarafından yönlendiriliyordu).

    

Taif’te kendini İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak ilan eden bir gurup Kanun-ı Esasi’yi ilan etmiş ve topladığı kalabalık halk kitlesini Osmanlı anayasasının mimarı olan ve Taif’te sürgündeyken 1883’de katledilen Midhat Paşa’nın mezarı başına götürmüştü. Cidde’de ise toplanan kalabalık valinin kâtibini ve kentteki önde gelen tüccarlardan olan yakın bir dostunu tutuklamıştı.

         

Diğer Arap vilayetlerinde olduğu gibi Hicaz’da da kanun-ı Esasi ilkelerine sempati duyan subaylar ve devlet görevlileri komiteler kurmuşlar ve hoşnutsuz yerel unsurları kendi güçlerini artırmak için kullanmışlardı. Kendiliğinden ve aniden oluşan komiteler, vilayetteki hükümet işlerinin gidişatına yön vermek üzere kolları sıvamıştı. Reformların uygulanması için ısrarla mücadele etmeleri, yeni şerifin direnişiyle karşılaşmıştı.

 

            ARAP İSYANI VE İSTANBULUN TEPKİSİ

 

1916 Haziran başında Şerif Hüseyin ve oğulları silahlanıp ayaklanarak Mekke’deki Osmanlı mevzilerine saldırdılar. Hüseyin 27 Haziran 1916 ‘da kendini haklı gösteren bir bildiri yayınlamış, bu bildiride Arap şeyhlerine karşı gerçekleştirdiği seferler dahil hükümete yaptığı hizmetleri sıralamış, laik yasa reformlarını ve İttihat ve Terakkinin padişahın haklarını kısıtlamasını kınamış, Suriye’deki idamları lanetlemiş.

  

Osmanlı hükümetinin Hicaz’daki olaylara tepkisi ihtiyatlıydı. Bu olay basına yansıtılmadı bedevi ayaklanması olarak gösterilmişse de, Şam’daki hükümet yetkilileri ulamayı toplantıya çağırmış, Halifeye ihanet eder ve onun düşmanlarıyla iş birliği yaparsa ne yapmak icap edeceği sorusunu ortaya atarak Hüseyin için bir fetva çıkarmalarını istemişti. Fetva “Görevden alınmak ve ölüm” oldu.Fetva imzalayarak Şerif Hüseyin’e karşı çıkılmasını istediler Arapların çoğunluğu,.ayaklanmaya karşı çıkmasalar bile kararsız kalmışlardı.

    

Jön Türkler Ve Araplar 1908–1918- Hasan Kayalı Tarih vakfı yurt yayınları 1998 çeviri: Türkan Yöney

 

1997 de Arabs And Young Türks: Ottomanism, Arabisim And İslamisim İn The Otoman Empire,1908-1918 İsmiyle Basıldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder